Seçmen Davranışı / 1 Kasım Seçimleri
Seçim, bir toplumun yaşadığı kenti veya ülkeyi yönetecek olan kadroları belirleyen en önemli siyasal süreçtir. Bu siyasal olayda en büyük rol kendisine seçim hakkı ve görevi verilmiş olan o toplumun vatandaşlarına düşmektedir. Seçmenin vereceği karar, kendi yaşantısını ve ülkenin geleceğini etkileyecektir.
Seçmenlerin hangi ölçülere göre oy kullandıklarına dair yapılan akademik çalışmalarda; seçmenlerin ekonomik faktörlere, ideoloji veya inançlarına göre, sosyal ve kültürel ayrışmaları öne çıkararak oy kullandıkları teorik bir gerçeklik olarak öne sürülür.
Seçmenin basit gibi görünen kararında birçok unsur belirleyici olmaktadır. Aksi halde seçimlerde görülen önemli oy kaymaları veya kemikleşmiş oylar kolayca açıklanamaz. Ülkemiz seçimleri, vatandaşların davranış biçimini kapsamlı şekilde incelenmesini gerekli kılmaktadır.
Ülkemizde ara ara anket yöntemiyle kamuoyu araştırmaları yapılıyor, siyasal eğilimler belirlenmeye çalışılıyor. Ardı arkası kesilmeyen siyasi kamuoyu yoklamaları, kafa karışıklığı yaratıyor. Kamuoyu araştırmaları eğilimleri olanca gerçekliği ile ortaya koymak yerine, seçmenleri yönlendirmek, etkilemek amacının ağır bastığı gibi bir izlenimin doğmasına da neden oluyor.
1 Kasım erken seçimlerinde seçmen eğilimlerinde büyük bir değişiklik olması beklenmiyor. Olması gerekir mi? Teoriye bakılırsa, ülkede farklı bir siyasal oluşum için her koşul mevcut. Ancak, ülkemiz seçmen davranışı teoriden farklı eğilimler göstermektedir.
İstatistik Enstitüsü verileri, seçmenlerin kabaca yüzde 10’unun kentlerden uzak kır yerleşimlerinde, yüzde 45’inin orta alt ve daha alt statülü köy ve kent mahallelerinde, kalan yüzde 45’inin ise orta ve daha üst gelirlilerin oturduğu kent merkezlerinde yaşadığını gösteriyor. Yani, ülkemizin yarısından fazlası yoksulluk sınırında yaşamlarını sürdürüyor. Parti tercihlerinin ana belirleyicisi olan etkenler ekonomik tatmin, huzur ve geleceğe güven duygularıyla sarmalanan ideolojiler olmalıdır.
İnsan hayatının değersizleştiği ve korkunun öne çıktığı, özgürlüklerin örselendiği, sevgi ve saygının yerini nefret ve ayrımcılık söylemlerine bıraktığı, şeffaflık ve hesap verilebilirliğin unutulduğu ve asıl önemlisi yoksulluğun arttığı bir ülke seçmeninin yaşam pahalılaşırken nasıl davranması gerektiğini televizyonlardan veya anketlerden öğrenmemesi gerekir. Kendi durumuna bakıp oy kullanmalıdır.
İktidar partisinin son dört yılda kayıtlı seçmen bazıyla 8,32 puan, son 15 ayda ise 2,87 puan oy yitirdiği biliniyor; fakat Haziran-Ekim dönemi uygulamalarıyla oy kaybını durdurup, hatta oy kazanım sürecine girdiğini iddia ediyor.
50 milyon 386 bin kayıtlı seçmenin 9 milyonu sandığa gitmiyor. Onlar da oylarını kullansalardı, nasıl bir sonuç alınırdı?
Her bir seçim ülkede demokratik ortamın gelişmişliğini arttırır. Parlamenter demokrasimizin güvencesi, seçimlere katılım oranının artması ve milli iradenin sandıktan hilesiz-hurdasız çıkmasıdır.
Seçmenlerin hangi ölçülere göre oy kullandıklarına dair yapılan akademik çalışmalarda; seçmenlerin ekonomik faktörlere, ideoloji veya inançlarına göre, sosyal ve kültürel ayrışmaları öne çıkararak oy kullandıkları teorik bir gerçeklik olarak öne sürülür.
Seçmenin basit gibi görünen kararında birçok unsur belirleyici olmaktadır. Aksi halde seçimlerde görülen önemli oy kaymaları veya kemikleşmiş oylar kolayca açıklanamaz. Ülkemiz seçimleri, vatandaşların davranış biçimini kapsamlı şekilde incelenmesini gerekli kılmaktadır.
Ülkemizde ara ara anket yöntemiyle kamuoyu araştırmaları yapılıyor, siyasal eğilimler belirlenmeye çalışılıyor. Ardı arkası kesilmeyen siyasi kamuoyu yoklamaları, kafa karışıklığı yaratıyor. Kamuoyu araştırmaları eğilimleri olanca gerçekliği ile ortaya koymak yerine, seçmenleri yönlendirmek, etkilemek amacının ağır bastığı gibi bir izlenimin doğmasına da neden oluyor.
1 Kasım erken seçimlerinde seçmen eğilimlerinde büyük bir değişiklik olması beklenmiyor. Olması gerekir mi? Teoriye bakılırsa, ülkede farklı bir siyasal oluşum için her koşul mevcut. Ancak, ülkemiz seçmen davranışı teoriden farklı eğilimler göstermektedir.
İstatistik Enstitüsü verileri, seçmenlerin kabaca yüzde 10’unun kentlerden uzak kır yerleşimlerinde, yüzde 45’inin orta alt ve daha alt statülü köy ve kent mahallelerinde, kalan yüzde 45’inin ise orta ve daha üst gelirlilerin oturduğu kent merkezlerinde yaşadığını gösteriyor. Yani, ülkemizin yarısından fazlası yoksulluk sınırında yaşamlarını sürdürüyor. Parti tercihlerinin ana belirleyicisi olan etkenler ekonomik tatmin, huzur ve geleceğe güven duygularıyla sarmalanan ideolojiler olmalıdır.
İnsan hayatının değersizleştiği ve korkunun öne çıktığı, özgürlüklerin örselendiği, sevgi ve saygının yerini nefret ve ayrımcılık söylemlerine bıraktığı, şeffaflık ve hesap verilebilirliğin unutulduğu ve asıl önemlisi yoksulluğun arttığı bir ülke seçmeninin yaşam pahalılaşırken nasıl davranması gerektiğini televizyonlardan veya anketlerden öğrenmemesi gerekir. Kendi durumuna bakıp oy kullanmalıdır.
İktidar partisinin son dört yılda kayıtlı seçmen bazıyla 8,32 puan, son 15 ayda ise 2,87 puan oy yitirdiği biliniyor; fakat Haziran-Ekim dönemi uygulamalarıyla oy kaybını durdurup, hatta oy kazanım sürecine girdiğini iddia ediyor.
50 milyon 386 bin kayıtlı seçmenin 9 milyonu sandığa gitmiyor. Onlar da oylarını kullansalardı, nasıl bir sonuç alınırdı?
Her bir seçim ülkede demokratik ortamın gelişmişliğini arttırır. Parlamenter demokrasimizin güvencesi, seçimlere katılım oranının artması ve milli iradenin sandıktan hilesiz-hurdasız çıkmasıdır.